DERSSSSMARRRRKET

GERİ

ORTAÇAĞ'da DEVLET, DİN ve SANAT


ORTAÇAĞ

            GİRİŞ:

            Ortaçağ, klasik eskiçağ ile yeniçağ arasında kalan tarih dönemidir. Genellikle Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasıyla (395) ya da Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla ( 476 ) başladığı ve İstanbul’un fethiyle ( 1453 )  ya da Amerika Kıtası’nın keşfiyle ( 1492 ) sona erdiği kabul edilmektedir.

            Ortaçağ, üç döneme ayrılarak incelenmektedir.

            I. Erken Ortaçağ: Avrupa için bir altüst olma dönemidir.  VI: yüzyıldan VII: yüzyıla kadar Barbar Kavimler’in ( Germenler, Gotlar, Hunlar,Avarlar ) dalgalar halinde eski Roma dünyasına akın etmeleri, bu toprakları içine kapanık küçük birimler halinde parçalamış, ticaret ve iktisat örgütlenmesi bozularak, kent yaşamı ortadan kalkmış, bunun sonucunda halk gün geçtikçe “ köylüleşmiş”tir. Nüfusun azalması, yönetim biçimlerinin gerilemesi, dinsel kültürel değerlere eskisi kadar değer verilmemesi, Batı dünyasını bütünüyle değiştirmiştir.

            Bütün bu kargaşanın ortasında belirli bir bütünlük ve düzeni koruyan tek kurun “kilise” olmuş, Barbar aldırılarına karşı savunmayı düzenleyerek, yoksulları koruyarak, dinsel gücüne yavaş yavaş dünyasal gücünü de eklemiştir. Papanın üstünlüğünün kabul edilmesi, benedikten tarikatı manastırlarının Anklosakson ülkelerine ve Ren ırmağına kadar yayılması, saldırganların kurmakta oldukları krallıklar arasında belirli bir uluslararası bağ oluşturulmasına katkıda bulunmuştur.

            VII. – X. Yüzyıllar arasında Franklar, kilisenin desteğiyle, Galya’dan başlayarak güneydoğuda İtalya’ya, güneybatıda İspanya’ya ve doğuda Almanya’ya kadar bütünlüğü sağlamayı başardılar. Siyasal güç ile kilise arasındaki bu birliktelik, Ortaçağ’ın temel özelliklerinden birini oluşturdu. IX. Yüzyılda Karolenj İmparatorluğu’nun etkili bir yönetim kurmasıyla, belirli bir iktisadi gelişme başladı.

            Ne var ki, Charlemagne’ın ölümünden sonra ortaya çıkan siyasal bunalımlar, devlet yetkisinin zayıflamasına neden oldu. İleri gelenler, toprakları ele geçirerek iktisadi gücün, dolayısı ile de siyasal gücün sahibi oldular. Böylece, yavaş yavaş Ortaçağ’ın bir sonraki dönemini, yani feodal dönemini niteleyen yapı ortaya çıktı.               

II.Feodal dönem: XI. – XII. Yüzyıllar, feodal dönemin en parlak evresi oldu. Önce Fransa’da, sonra Almanya, İtalya ve İngiltere’de hükümdarlar, tahtlarını korumalarına karşın, güçlerinin büyük bir kısmını toprak sahiplerine kaptırdılar. Almanya’da Otto sülalesi, imparatorluğunu ilan ederek, papalarla yetki savaşına girişti.Yeni siyasal yapıların ortaya çıkmasıyla, iktisadi ve toplumsal yapılarda da değişmeler başladı. Bu yeni yapıda, bir savaşçılar sınıfı (senyörler), güçlerine göre birbirlerine bağlılık andı içerek, toprağı işleyen ve onları besleyen geniş bir köylü kitlesine egemen oldular.

III.Geç Ortaçağ dönemi:XI. Yüzyıla gelindiğinde Barbar saldırıları bitmiş, Barbar kavimler yerleşik hayata geçmişlerdi. Artık Avrupa üzerindeki baskılar kalkmıştı. XII. Yüzyıldan başlayarak Aristotoles’in yapıtlarının Arapça çevirilerinden Batı dillerine çevrilmesi, Romen üslübuna göre oldukça ileri bir mimarlık tekniği olan Gotik üslubunun gelişmesi, Doğu ülkeleri ile kurulan ilişkiler, Avrupa ülkeleri arasında ticaretin canlanması, yavaş yavaş iktisadi ve toplumsal köklü değişikliklere yol açtı. Köylülerin parasal durumlarının düzelmesi, bu arada birçok soylunun fakirleşmesi, kralların gerçek güçlerini yeniden ele geçirmelerinini ve yönetimi merkezileştirmelerini  
( Fransa ve İngiltere’de ) sağladı.

1320 li yıllara gelindiğinde Avrupa, yeni bir bunalımlar dönemine girdi. Doğal felaketler, salgın hastalıklar onbinlerce insanın ölümüne yolaçtı. Çağın hastalıklarına, yıkımlarına cevap bulamayan kiliseye olan güven yavaş yavaş azaldı. XV. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde krallar yeni bir merkezileşme çabasına girişerek, eski sönyerlikleri ele geçirdiler ve bütünlüğü sağladıkları topraklarında, merkezi yerel yönetim kurumlarını yarattılar.

  DİN:

            Tek tanrılı dinlerden Hıristiyanlık Avrupa’da, Ortaçağ’da yayılmıştır. İsa Peygamber’in havarilerinden ( İsa Peygamber’in vekilleri) Aziz Petrous, İsa peygamber’in kendisine verdiği “Hıristiyanlığı yayma ” görevi üzerine Roma’ya gider. Roma halkı kendisine Yunanca’da “baba” anlamına gelen “papa” adıyla seslendiğinden, bu deyim  ondan sonra gelen vekiller için de san olarak kullanılmıştır.

Barbar saldırılarından kaçan halkı koruyan, barındıran, iş ve ekmek veren, dağılan toplumsal düzeni kurmaya çalışan din adamları ( kilise ) olmuştur. Barbar saldırılarına karşı savunmayı düzenleyerek, dinsel gücüne dünyasal gücü de ekleyen kilisenin ve Papa’nın etkilerinin Anklosakson ülkelerine ve Ren ırmağına kadar yayılması, Avrupa insanı üzerindeki etkilerini tartışılmaz hale getirmiştir. Din adamlarının söyledikleri ve din kitaplarının yazdıklarından değişik düşünmek, yorum yapmak yasaklandı. Kilise bilimle ilgilenmediği gibi ilgilenmeyi de yasakladı. Dini kurallara uymayan, uygulamayan veya dini eleştirenler cezalandırıldı, lanetlendi. Papalık makamının en büyük cezası “aforoz” idi. Aforoz: Bir müminin, kilise toplumu, hıristiyan toplumu dışına atılması demekti. Bu cezalama yöntemi Paplık’ın elinde yüzyıllarca çok önemli bir tehdit unsuru olarak kaldı. Din adamları, krallar aforoz edilme korkusu ile din adamlarına riayet ettiler.Hıristiyanlığın yayılması Ortaçağ’da doruk noktasına ulaşmıştır. Hıristiyanlık yayıldıkça Papalık da güçlenmiştir.

Kral IV. Heinrich zamanına kadar Papa’yı Kral atardı. Paplık ile Krallık arasında varolan anlaşmazlıklar imparatorun, pikopos atayabilmesi ama Papa’yı atayamaması kararı ile son buldu. Bundan böyle kral Papa’yı atayamayacak ama, pikoposları atayabilicekti.

            Din adamları yüzyıllarca Avrupa’yı adım adım dolaştılar. Halka nasıl düşüneceklerini, neye inanacaklarını, nasıl tapınacaklarını, nasıl yaşayacaklarını, nasıl davranacaklarını dini çerçeve içerisinde anlatıp durdular. Dini okullar okullar açıp dini eğitim yaptılar. Gezerken halktan aldıkları yardımlarla zenginliklerine zenginlik kattılar.

            İnsanların yaşamlarının her anı kilisenin denetimi altına girmişti. Senyörlere ünvanları veren, krallara taçlarını takan din adamları idi. Kilise ve din adamları her yerde, her konuda etkili ve yetkiliydiler. Bir tek savaş alanlarında yoktular ama, savaşa katılacak askerleri toplamada, onlara moral vermede yine din adamları yetkili idi. 

              SANAT:

Ortaçağ’da  sanatsal gelişmeler büyük oranda kilise ve katedral yapımcılığı dolayısı ile mimari alanda olmuştur.

Ortaçağ’ın başlarında Batı Avrupa’da  iki temel kilise tipine rastlanıyordu. Bunlar: ahşap damlı, zeminde anayolların bulunduğu bazilika tipi ile tonozlu martyrium’du. Bazilika tipi kiliseler ilk hıristiyanlar tarafından Roma’da yapılmıştı. Bu tip kiliseler, 800 yılından sonra Charlemagne ve sonraki krallar tarafından Almanya’da yapılan kiliselere örnek teşkil etti.
            Bazilika tipi kilise dikdörtgen biçiminde olup uç kısmında yarım çember şeklinde bir çıkıntı bulunurdu. Batı tarafında çok katlı bölümler ve her uçta kuleler vardı. Bu tip kiliseler büyük kesme taşlardan yapılmıştı.

Martyrium ( tonozlu ) kilise, Bazilika tipine göre boyutları küçülmüştü.Yontulmuş ve küçük yerel taşlarla yapılmıştı. Kabartmalarda kaba bir işçilik vardı. Duvarlarına yapışık ince dikdörtgen sutunlar bulunurdu. Duvar resimlerinin yerine mermer levhalar kullanılırdı. Çan kuleleri ve vaftiz yerleri ayrıydı. Bu tip kiliselerin örnekleri İspanya, Güney Fransa, Kuzey İtalya ve Yugoslavya’da görülmüştür.

XII. yüzyılda taş kullanımı daha da arttı. Böylece taş işçiliği gelişti. Kilise içindeki büyük duvar resimlerinin yerini heykellerle donatılmış başlıklar aldı. Heykellerin konusu, ikonlar, metal işleri ile el yazması sanatı idi. Figürlerde ise eski Roma sanatının etkisi hala görülüyordu.

XIII. yüzyıl Avrupa için bir çeviri çağı oldu. Arka arkaya, yıllarca Yunanca’dan, Arapça’dan ve İbranice’den kitaplar Latince’ye çevrildi. Çevisi yapılan kitapların konuları ise kozmoloji, matematik, felsefe ve tıp idi. İlk üniversiteler de bu yüzyılda açıldı.

Yine bu yüzyılda Avrupa’da mimari alanda yeni bir tarz geliştirildi. Bu yeni tarz Gotik idi. Bu tarzda yapılan kiliseler dar ve uzundu. Genel kural olarak kilisenin batı kısmında en az iki en çok yedi kule bulunurdu.Renkli camlar, en başta gelen iç dekorasyon malzemesiydi. En çok koyu mavi ve kırmızı renkleri kullanılırdı.

XIII: yüzyılda ise koyu mavi ve kırmızı camların yerini daha değişik renkler aldı. İç süslemede kullanılan Meryem Ana figürü daha fazla kullanılmaya başlandı.

XIV. yüzyılda ise yapılar daha büyük, daha yüksek ve daha geniş boyutlara ulaştı. Sivri uçlu kuleler moda oldu.Taşlar daha detaylı yontulmaya başlandı. Yine bu yüzyılda heykel yapma, bir sanat olarak ortaya çıktı. Ressamlar ilk defa dini konuların yanında, günlük hayattan görüntüleri konuları arasına aldılar.Resimlerde derinlik ve perspektif denenmeye başladı.

XV. yüzyılda resimde, gerçekçilik anlayışı gelişti. Süslemelerde ayrıntılara önem verildi.Fransa’da yapılan binaların duvarlarının ve pencerelerinin üzerinden taşan alev gibi süslemeler gerçekleştirildi. Bundan dolayı Fransız Gotik’ine “Alevli Gotik” dendi. Taş heykelciliği, tahta heykelciliğini yarattı. Kilise ve katedrallerin pencereleri genişletildi. Pencerelere konan vitraylar ön plana geçti.

Ortaçağ Avrupa’sında müzik ve tiyatro alanında da ilerlemeler geçekleşti. Ortaçağ başlarında müzik, tümüyle kilise ayinlerinin hizmetindeydi. Gregoryen makamı ise en çok kullanılan makamdı. XI. Yüzyılda çok sesli müzik yapılmaya başlandı. Bu çeşit müziğin en güzel örneklerini Notre Dame müzik okulu verdi. Kilise müziği, Paskalya ve Noel’de, incilden okunan parçaların dramatik temsiline yolaçtı. Bu tür gösteriler daha 970 yılında sahnelenerek gerçekleştirilmişti.Zamanla öteki dinsel konular da önce kilise içinde, sonraları ise dışarıda sahnelenir oldu.

Yine bu dönemde şiir alanında büyük gelişmeler gözlenmiştir. Charlemagne’nin askerlerinin 
Araplar'a karşı yaptıkları savaşları konu alan büyük destan şiiri Roland’ın Türküsü yazılmıştır.

            DEVLET: Fransa, Almanya ve İtalya’da 754 – 901 yılları arasında, Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Avrupa’da birliği yeniden sağlama ve Roma devletini yeniden kurma amacıyla Franklar büyük imparatorluklar kurdular.

            Frank toplumu başlangıçta, krala kişisel bağlılık üzerine kurulmuştu. Sonraları ise toprak sahibi soyluların bağlılık andı üzerinde şekillenen monarşik feodal bir devlet yapısı gelişti.

            Monarşi: siyasal yetkinin, yönetim gücünün miras yolu ile bir kişinin üzerinde toplandığı devlet yönetimidir.

            Kral Charlemagne, topraklarını 200 ü geçen yerel kontlar aracılığı ile yönetiyordu. Bu kontları kral atardı. Hükümet işlerini yürütmek için görevliler, kontlukları imparatorluk politikası ile ilişki halinde tutabilmek, gerektiği zaman asker toplamak için gezici memurlar ( missi dominici ) vardı. İmparatorun iradesi, arzuları, imparatorluk emirleri ile halka ve kontluklara duyurulurdu.

            Kilise, hem okumuş piskobosların hizmetleriyle hem de dini öğreti ile uygulamanın birleştirilmesi yoluyla yönetimde rol oynamaktaydı. Papa’yı kral atardı.

            Frank Kralı II. Konrad (990 – 1039 ) zamanında Papalık ile Krallık arasında anlaşmazlık çıktı. Bu anlaşmazlık aslında, elde edilen zenginliğin nasıl paylaşılacağı konusunda idi. Kral IV. Heinrich zamanında anlaşmazlık, en yüksek boyutuna ulaştı Sonunda anlaşmazlık imparatorun, pikopos atayabilmesi yetkisine sahip olmasının kabul edilmesi ile son buldu. Bundan böyle kral Papa’yı atayamayacak ama, pikoposları atayabilicekti.

            IV. Heinrich’in oğlu II. Friedrich ( 1194 – 1250 ) imparatorluğu monarşi içinde yer alan bir prensler birliği olarak tanımlayan Almanca yazılmış ilk Germen yasasını çıkarttı. II. Friedrich doğu ülkeleri ve müslümanlarla ilişkiler kurdu. Tacını da Küdüs’te, barış içinde giydi. Kilise ve Papalık bu işe çok kızdılar ve bazı kontluklarla birlikte krala muhalif oldular. İç karışıklıklar başladı. Bunları fırsat bilen kontluklar kralı dinlememeye başladılar. İmparatorluk topraklarını ve hali arazileri gasp yolu ile elegeçirdiler. Savunması kolay yerlere şatolar yaparak yaşamaya başladılar. Avrupa’da bu döneme feodalite denir. Kontun (derebeyi) yanında, onun topraklarında çalışan köylülere serf denirdi. Her kontun kendi askeri ve üniforması vardı. Her kontluk ayrı bir devlet gibiydi. Bu yeni yapıda, başta bir derebeyi, ona bağlılık yemini etmiş savaşçılar sınıfı ( senyörler ), ve toprağı işleyen  kontu ve senyörleri besleyen geniş bir köylü kitlesi (serf) vardı. Bu yeni yapı o kadar gelişmişti ki bazı krallar bile tahtlarını korumak amacıyla, yetkilerini ve topraklarını bu büyük toprak sahiplerine devrettiler. Kontluklar, serfler üzerinde her türlü hak ve yetkiye sahiptiler.

            Bu şekildeki bir yönetim, devlet şekli, Ortaçağ Arupası’nda Tanrı'nın bir emri olarak kabul edilirdi. İnsanlar, böyle bir yönetime karşı gelmenin Tanrı’nın gazabına uğramakla eşanlamlı olduğuna inanırlardı. Verasete veya onaya dayalı monarşi en iyi hükümet biçimi olarak görülüyordu.